12 Mayıs 2025 Pazartesi

Yağız Mert’in Eğitim Yolculuğu: Umut ve Mücadele


Yağız Mert’in Eğitim Yolculuğu bir umut ve kabulleniş

İlk adımlar

Yağız Mert doğduğu an, bir buçuk ay süren bir hastane süreci başladı. Tanıyı almakla beraber içimde kaygılar oluştu. O hastane duvarları arasında, bir annenin yüreğinde kaygılar korkular başlamıştı. Doktorların “down sendromu ” deyişi ve o tanım eğitilebilir zihinsel engel, içimde derin bir “geç kalmışlık” hissi yarattı. Hastane süreci uzadıkça aklımdan hiç gitmeyen soru hep aynıydı:
“Ya geç kalırsam?”

Oysa bahsettiğim daha kucağıma neredeyse 40 günlük aldığım henüz yeni doğmuş bir bebekti. Ama yolum çok karanlıktı. Bu karanlığı bilginin ışığıyla da olsa nasıl aydınlatabileceğimi bilmiyordum, YouTube’a girdiğimde ise inanılmaz kirli bilgilerle karşılaştım. “Dayak yiyen Down sendromlu çocuklar, okuldan atılan Down sendromlu öğrenciler…” Hep olumsuzluk yükleniyordu.

Eşim ben hastanedeyken Down sendromu ile ilgili tüm kitapları almıştı bana getirmişti. Sessizce Korkma demek istemişti sen başarabilirsin ! ve bunlara gözatmaya başladım .Instagramda down sendromu adıyla onca aıleye bakmaya onları takıp etmeye başladım . Down sendromu derneğini aradım oradan da kaynak temin etiler. Birilerinin de senin gibi olduğunu görmek bilmek yalnız olmadığını bilmek iyi geliyordu.


Hastane Odasında Eğitim

Yağız henüz bir aylıkken, hastane odasında bebek zeka kartlarıyla başladım onun eğitim yolculuğuna. Çocuk hayatta kalma mücadelesi verirken ben ona ders zilini çalmıştım. Henüz nasıl besleneceğini bile tam kavrayamamışken, onunla şekiller, renkler ve nesneler üzerine çalışıyorduk.:) komik

Belki o kartlar çocuğa değil de bana daha çok fayda sağladı, ama ispatlayamam. Çünkü “geç kalmışlık” hissi çok acıtıyordu. O zamanlar kabul etmiştik ama bir telaş basıyordu insanı; belirsiz bir yolda neyi nereden tutacağını bilemez hale geliyorsun.

Ona eğitim vermek benim için bir görev gibiydi. Hatta bazen, “Belki de sadece bunun için seçildim” diye düşündüm.


Araştırmalar ve Yol Haritası

Google’a yazdığım başlıklar hep şunlardı:

  • “Down sendromu eğitimi”
  • “2 aylık bebek eğitimi”

Kaynaklardan, kitaplardan okuyarak bir şeyler yapmaya başladım. Televizyonda olsa gerek Bir konuşmada şu cümleyi duydum:
“Eğer çocuğunuza anaokulu sürecinde iyi bir eğitim verirseniz, kaynaştırma öğrencisi olabilir. Diğer türlü özel eğitim okullarında devam edecektir.”

İşte dedim: Hedefimiz ve yol haritamız belli oldu. Çabamız, gayretimiz, o ilkokul 1. sınıf içindi.

Bir yandan uzun hastane yatışları, lösemi tedavisi ve pandemi gibi zorlu dönemlerden geçtik. Ama eşim, ailem ve yakın çevremizin desteğiyle evimizi hep bir eğitim ortamına dönüştürdük.

Kastamonu’da erken çocukluk evde eğitimi başlamıştı. Vesile olanlardan Allah razı olsun; evde eğitim bize de, Yağız’a da çok iyi gelmişti.


3 Yaş: İlk Denemeler ve Hayal Kırıklıkları

3 yaşa geldiğimizde, görev yaptığım okulda yan sınıfta çalışan öğretmen arkadaşımla konuştum. Ben sabah grubu, o öğlen grubu öğretmeniydi. Yağız Mert 3 yaşına girmişti ama tek başına bir sınıfta olamayacağını biliyordum.

Dersim bittikten sonra, haftada bir gün bir saat sınıfta kalmasını istedim. Ancak öğretmen arkadaş, yaşamadan, görmeden, tanımadan bana korku ve endişe dolu mesajlar attı. Ben de teşekkür edip konuyu kapattım. Onun korkusu bana komik, ama aynı zamanda üzücü gelmişti.


Pandemi Dönemi

Pandemiyle birlikte eğitim evde devam etti. Her güne kartlar sığdırmaya çalışıyordum. Yağız çoğunlukla evde kalmadı, kalamazdık. Çünkü uzun lösemi sürecinde dört duvar arasında kalmanın acısını çok yaşamıştık. Devletin izin verdiği ölçüde yürüyüşler yaptık, gezilere çıktık.

Bu süreçte bir kardeşi oldu: Defne.


Okul Hayatının Başlangıcı

Yeni tayinimle açılan okulumda Yağız da benimle başladı. İlk önce benim sınıfımda, sonra da kendi sınıfında devam etti. Pandemi nedeniyle sınıflar küçüktü, bu da bize avantaj sağladı. Küçük ortam değişiklikleri Yağız için yorucu olmuyordu.

Destek eğitimle birlikte güzel bir yıl geçirdik. Ben yine hafta içi eğitim saatlerini değiştirmedim. Tam gün eğitim hakkımızdı ama çocuğumun hazır olmadığını biliyordum.

Defne onun en iyi oyun arkadaşıydı. Okulda birbirlerini bulup sarılıyorlardı. Spor derslerine de dahil oldu, çok keyif aldı.


Anaokulu Yılları

Yaşı ilkokula gelmişti ama 15 gün farkla kaydı ertelenebildi. Biz de bunu fırsat bilip okul öncesini biraz daha uzattık.

Son yılımızı Melek öğretmenle geçirdik. Adı gibi melek bir insandı; Yağız için çok güzel bir şanstı. Ne yazık ki çok hastalandık, neredeyse her hafta yeni bir rahatsızlık yaşadık. Ama Melek öğretmen etkinliklerde onu hep var etmeye çalıştı, davranışlarını sabırla düzeltti.

Ben bu dönemde Beste için doğum iznine ayrılmıştım. Yağız, Defne ile birlikte 3 ay okula gidip geldi ve mezun oldu.

Bunu Defne’ye söylediğimde “Ben abimi çok özlerim” demişti… Güzel yürekli kızım.


İlkokul Süreci: Zorlu Başlangıç

İlkokula geçerken kaygılar başladı. Güzel bir anaokulu dönemi geçmişti ama şimdi asıl hedef noktasına gelmiştik.

Evimize yakın okulları istemedik; müdahale edemeyeceğimizi düşündük. Babanın iş yerine yakın, adı bilinen bir okul tercih ettik. İlk gün sınıfa girdi, bulduğu boş bir sıraya oturdu. Öğretmenine kaynaştırma öğrencisi olduğunu söyledim, o da “Yardımcı olurum” dedi.

İlk hafta teneffüs sistemini çözdü. Dede gölge gibi yanındaydı. Ben öğretmene kolaylık sağlamak için notlar, boyamalar gönderiyordum.

Ama zamanla öğretmenin üslubu bana soğuk geldi. Sevgi göstermediğini, destek vermediğini hissettim. İletişim kapalıydı. Bir gün yalnız konuşmak istedi ve bana, “Artık ders yapamıyorum, Yağız’la baş edemiyorum” dedi. Ardından sınıf değişikliği istedik.


Sınıf Değişikliği Sonrası: Sevgi ile Gelen Değişim

Sınıf değişikliğinden sonra öğretmenle ayaküstü kısa bir görüşme yaptık. Elbette o an bana, “sıkıntılı bir çocuk ve velisi” hissiyatı mutlaka olmuştur. Çünkü ben de öğretmenim; bilirim ki böyle durumlarda öğretmenler kaygılanır.

İlk söylediği şey şuydu:
“Sabah dersleri yoğun, öğlen dersleri daha esnek geçiyor.”

Bunun üzerine şöyle anlaştık:

  • Sabah 2. derste sınıfa gelecek,
    1. ve 4. derslerde destek eğitim alacak,
  • Öğleden sonra tekrar sınıfta olacak,
  • Haftada 4 saat de özel eğitim alacak.

Tüm bu süreç dede rehberliğinde yürütülecekti.

Elbette ilk günlerde bocaladı, eski sınıfına gitti, bazen sorun çıkardı. Ama eski sınıfındaki kadar hırçın bir tutum hiç sergilemedi. Çünkü biliyorum: Bizim çocuklarımız sevgiyi çok iyi bilir. Sevgi varsa engel yoktur.

İlk hafta 29 Ekim etkinliklerine denk geldi. Bayram günü Yağız Mert, sınıfında öğretmeninin yanında beklerken birden sahneye atladı. Öğretmeni hemen birkaç adımda peşinden gitti. İşte o anda hissettim: Onu sahiplendi, öğrencisi olarak kabul etti, desteğini yürekten gösterdi.


Amacımız: Akademik Başarı Değil, Toplumsal Uyum

Benim için mesele akademik beklenti değil. Amacım, Yağız’ın toplumsal uyumu. Evden çıkıp bir sosyal ortamda var olması, çocukları izlemesi, biraz olsun oyunlarına katılması benim için en büyük kazanç.

Kaynaştırma eğitimi beraberinde bize çok büyük bir yük getiriyor. Hem maddi hem manevi açıdan... Dedemiz olmasa, bu koşullarda Yağız’ı yalnız göndermem mümkün görünmezdi.

Alt sınıfa gittiğini varsayalım; evde okuma yazma süreciyle ben ilgilenmeyeceğim. Her gün “Yağız nerede? Sınıfta sorun çıkardı mı? Öğretmenini üzdü mü? Derse dahil oldu mu? Az da olsa kalem oynattı mı?” gibi sorular beynimi kemirmeyecek. Alt sınıfta öğretmenin muhatap olacağı en fazla 8-10 öğrenci olur; işi bilerek gelen kişiler olur. Herhangi bir sorun olsa bile birebir ulaşmam çok daha kolaydır.

Ama biliyorum ki topluma uyum için en doğru yöntem, çocukların arasında, kalabalığın içinde olmaktır. Hiçbir zaman “Sabah bırakayım, akşam alayım” kafasında olmadım. İlk zamanlar ne gece uyku, ne gündüz huzur vardı. Her an zihnim kaygılarla doluydu.

Bugün geldiğimiz noktada, yeni öğretmenimize yürekten teşekkür ederim. Çünkü her şeyden önce bize “kabul” geldi. Bizim için bu çok kıymetliydi.


Çocukların Dünyası: Acımasızlık ve Vicdan Arasında

Gelelim öğrenciler kısmına…
Okullarda çocuklar inanılmaz keskin çizgilerle ayrılıyor: acımasız olanlar ve vicdanlı olanlar.

Gerçekten de bazen düşünüyorum: Çocuklar Allah’a emanet. Yıllar önce bizler için de durum belki benzerdiydi ama zaman geçtikçe çocukların birbirine karşı tutumları daha zorba ve acımasız hale geldi.

Burada sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. Sözlü olarak birbirlerini kırmaktan da hiç çekinmiyorlar. Küçük yaşta başlayan bu davranış biçimi ilerleyen dönemde daha da keskinleşiyor.

Bunun birçok nedeni var ama günümüzde en yaygın gördüğüm şey şu:
Bıkmış ebeveynler.
Çalışma hayatının yoğunluğu, stres ve yorgunlukla çocuklarına yalnızca küçük yaşlarda koşulsuz sevgi, kaygı ve yasaklarla yaklaşabiliyorlar. İki yaşına kadar sevgiyi veren, sonra yorulup okuldan medet uman çok sayıda aile var. Çoğunluk bundan ibaret…

Benim tek temennim, yeni kuşağa olumlu katkılar sağlayabilmek. Çünkü biliyorum ki çocukların dünyasında vicdan da var, acımasızlık da… Bizim görevimiz, vicdanı çoğaltmak.


Umutla Yeni Yıla

Bu yıl nasıl olur bilmiyorum. Hedefimiz hep yüksek… Okullar açılırken beni yine karabasanlar tutuyor. Ama bu yaz oğlumla çok keyifli günler geçirdik.

Bu yaz her gün çalıştık, çabaladık. Yeni “ba-sa-ra” yöntemi ile okumalar yaptık, oyunla destekledim. Evde eğitimi 1. sınıf çocuğuna uygun bir şekilde ilerletmeye çalıştım elimden geldiğince. Daha da ömrüm, sağlığım yettikçe hep böyle devam edeceğiz.

Yağız bizi daha çok anlayıp konuştukça, birlikte vakit geçirmek çok daha keyifli olmaya başladı. Hep söylüyorum: Sanırım Yağız’ı büyütmek, kızlardan daha kolay. 😊

Oğlum…
Sen her şeyin en iyisini, en güzelini, en ön sıralarını, en güzel okulları hak ediyorsun.
Senin mücadelen, herkese ışık olsun.
💙

 


Yağız Mert’in Eğitim Yolculuğu: Umut ve Mücadele

Yağız Mert’in Eğitim Yolculuğu bir umut ve kabulleniş İlk adımlar Yağız Mert doğduğu an, bir buçuk ay süren bir hastane süreci başladı. ...