Yağız Mert’in Eğitim Yolculuğu bir umut ve kabulleniş
İlk
adımlar
Yağız Mert
doğduğu an, bir buçuk ay süren bir hastane süreci başladı. Tanıyı almakla
beraber içimde kaygılar oluştu. O hastane duvarları arasında, bir annenin
yüreğinde kaygılar korkular başlamıştı. Doktorların “down sendromu ” deyişi
ve o tanım eğitilebilir zihinsel engel, içimde derin bir “geç kalmışlık” hissi
yarattı. Hastane süreci uzadıkça aklımdan hiç gitmeyen soru hep aynıydı:
“Ya geç kalırsam?”
Oysa
bahsettiğim daha kucağıma neredeyse 40 günlük aldığım henüz yeni doğmuş bir
bebekti. Ama yolum çok karanlıktı. Bu karanlığı bilginin ışığıyla da olsa nasıl
aydınlatabileceğimi bilmiyordum, YouTube’a girdiğimde ise inanılmaz kirli
bilgilerle karşılaştım. “Dayak yiyen Down sendromlu çocuklar, okuldan atılan
Down sendromlu öğrenciler…” Hep olumsuzluk yükleniyordu.
Eşim ben
hastanedeyken Down sendromu ile ilgili tüm kitapları almıştı bana getirmişti. Sessizce
Korkma demek istemişti sen başarabilirsin ! ve bunlara gözatmaya başladım .Instagramda
down sendromu adıyla onca aıleye bakmaya onları takıp etmeye başladım . Down
sendromu derneğini aradım oradan da kaynak temin etiler. Birilerinin de senin
gibi olduğunu görmek bilmek yalnız olmadığını bilmek iyi geliyordu.
Hastane
Odasında Eğitim
Yağız henüz
bir aylıkken, hastane odasında bebek zeka kartlarıyla başladım onun eğitim
yolculuğuna. Çocuk hayatta kalma mücadelesi verirken ben ona ders zilini
çalmıştım. Henüz nasıl besleneceğini bile tam kavrayamamışken, onunla şekiller,
renkler ve nesneler üzerine çalışıyorduk.:) komik
Belki o
kartlar çocuğa değil de bana daha çok fayda sağladı, ama ispatlayamam. Çünkü
“geç kalmışlık” hissi çok acıtıyordu. O zamanlar kabul etmiştik ama bir telaş
basıyordu insanı; belirsiz bir yolda neyi nereden tutacağını bilemez hale
geliyorsun.
Ona eğitim
vermek benim için bir görev gibiydi. Hatta bazen, “Belki de sadece bunun
için seçildim” diye düşündüm.
Araştırmalar
ve Yol Haritası
Google’a
yazdığım başlıklar hep şunlardı:
- “Down sendromu eğitimi”
- “2 aylık bebek eğitimi”
Kaynaklardan,
kitaplardan okuyarak bir şeyler yapmaya başladım. Televizyonda olsa gerek Bir
konuşmada şu cümleyi duydum:
“Eğer çocuğunuza anaokulu sürecinde iyi bir eğitim verirseniz, kaynaştırma
öğrencisi olabilir. Diğer türlü özel eğitim okullarında devam edecektir.”
İşte dedim:
Hedefimiz ve yol haritamız belli oldu. Çabamız, gayretimiz, o ilkokul 1.
sınıf içindi.
Bir yandan
uzun hastane yatışları, lösemi tedavisi ve pandemi gibi zorlu dönemlerden
geçtik. Ama eşim, ailem ve yakın çevremizin desteğiyle evimizi hep bir eğitim
ortamına dönüştürdük.
Kastamonu’da
erken çocukluk evde eğitimi başlamıştı. Vesile olanlardan Allah razı olsun;
evde eğitim bize de, Yağız’a da çok iyi gelmişti.
3 Yaş:
İlk Denemeler ve Hayal Kırıklıkları
3 yaşa
geldiğimizde, görev yaptığım okulda yan sınıfta çalışan öğretmen arkadaşımla
konuştum. Ben sabah grubu, o öğlen grubu öğretmeniydi. Yağız Mert 3 yaşına
girmişti ama tek başına bir sınıfta olamayacağını biliyordum.
Dersim
bittikten sonra, haftada bir gün bir saat sınıfta kalmasını istedim. Ancak
öğretmen arkadaş, yaşamadan, görmeden, tanımadan bana korku ve endişe dolu
mesajlar attı. Ben de teşekkür edip konuyu kapattım. Onun korkusu bana komik,
ama aynı zamanda üzücü gelmişti.
Pandemi
Dönemi
Pandemiyle
birlikte eğitim evde devam etti. Her güne kartlar sığdırmaya çalışıyordum.
Yağız çoğunlukla evde kalmadı, kalamazdık. Çünkü uzun lösemi sürecinde dört
duvar arasında kalmanın acısını çok yaşamıştık. Devletin izin verdiği ölçüde
yürüyüşler yaptık, gezilere çıktık.
Bu süreçte
bir kardeşi oldu: Defne.
Okul
Hayatının Başlangıcı
Yeni
tayinimle açılan okulumda Yağız da benimle başladı. İlk önce benim sınıfımda,
sonra da kendi sınıfında devam etti. Pandemi nedeniyle sınıflar küçüktü, bu da
bize avantaj sağladı. Küçük ortam değişiklikleri Yağız için yorucu olmuyordu.
Destek
eğitimle birlikte güzel bir yıl geçirdik. Ben yine hafta içi eğitim saatlerini
değiştirmedim. Tam gün eğitim hakkımızdı ama çocuğumun hazır olmadığını
biliyordum.
Defne onun
en iyi oyun arkadaşıydı. Okulda birbirlerini bulup sarılıyorlardı. Spor
derslerine de dahil oldu, çok keyif aldı.
Anaokulu
Yılları
Yaşı
ilkokula gelmişti ama 15 gün farkla kaydı ertelenebildi. Biz de bunu fırsat
bilip okul öncesini biraz daha uzattık.
Son yılımızı
Melek öğretmenle geçirdik. Adı gibi melek bir insandı; Yağız için çok güzel bir
şanstı. Ne yazık ki çok hastalandık, neredeyse her hafta yeni bir rahatsızlık
yaşadık. Ama Melek öğretmen etkinliklerde onu hep var etmeye çalıştı,
davranışlarını sabırla düzeltti.
Ben bu
dönemde Beste için doğum iznine ayrılmıştım. Yağız, Defne ile birlikte 3 ay
okula gidip geldi ve mezun oldu.
Bunu
Defne’ye söylediğimde “Ben abimi çok özlerim” demişti… Güzel yürekli
kızım.
İlkokul
Süreci: Zorlu Başlangıç
İlkokula
geçerken kaygılar başladı. Güzel bir anaokulu dönemi geçmişti ama şimdi asıl
hedef noktasına gelmiştik.
Evimize
yakın okulları istemedik; müdahale edemeyeceğimizi düşündük. Babanın iş yerine
yakın, adı bilinen bir okul tercih ettik. İlk gün sınıfa girdi, bulduğu boş bir
sıraya oturdu. Öğretmenine kaynaştırma öğrencisi olduğunu söyledim, o da “Yardımcı
olurum” dedi.
İlk hafta
teneffüs sistemini çözdü. Dede gölge gibi yanındaydı. Ben öğretmene kolaylık
sağlamak için notlar, boyamalar gönderiyordum.
Ama zamanla
öğretmenin üslubu bana soğuk geldi. Sevgi göstermediğini, destek vermediğini
hissettim. İletişim kapalıydı. Bir gün yalnız konuşmak istedi ve bana, “Artık
ders yapamıyorum, Yağız’la baş edemiyorum” dedi. Ardından sınıf değişikliği
istedik.
Sınıf
Değişikliği Sonrası: Sevgi ile Gelen Değişim
Sınıf
değişikliğinden sonra öğretmenle ayaküstü kısa bir görüşme yaptık. Elbette o an
bana, “sıkıntılı bir çocuk ve velisi” hissiyatı mutlaka olmuştur. Çünkü ben de
öğretmenim; bilirim ki böyle durumlarda öğretmenler kaygılanır.
İlk
söylediği şey şuydu:
“Sabah dersleri yoğun, öğlen dersleri daha esnek geçiyor.”
Bunun
üzerine şöyle anlaştık:
- Sabah 2. derste sınıfa gelecek,
- ve 4. derslerde destek eğitim
alacak,
- Öğleden sonra tekrar sınıfta
olacak,
- Haftada 4 saat de özel eğitim
alacak.
Tüm bu süreç
dede rehberliğinde yürütülecekti.
Elbette ilk
günlerde bocaladı, eski sınıfına gitti, bazen sorun çıkardı. Ama eski
sınıfındaki kadar hırçın bir tutum hiç sergilemedi. Çünkü biliyorum: Bizim
çocuklarımız sevgiyi çok iyi bilir. Sevgi varsa engel yoktur.
İlk hafta 29
Ekim etkinliklerine denk geldi. Bayram günü Yağız Mert, sınıfında öğretmeninin
yanında beklerken birden sahneye atladı. Öğretmeni hemen birkaç adımda peşinden
gitti. İşte o anda hissettim: Onu sahiplendi, öğrencisi olarak kabul etti,
desteğini yürekten gösterdi.
Amacımız:
Akademik Başarı Değil, Toplumsal Uyum
Benim için
mesele akademik beklenti değil. Amacım, Yağız’ın toplumsal uyumu. Evden
çıkıp bir sosyal ortamda var olması, çocukları izlemesi, biraz olsun oyunlarına
katılması benim için en büyük kazanç.
Kaynaştırma
eğitimi beraberinde bize çok büyük bir yük getiriyor. Hem maddi hem manevi
açıdan... Dedemiz olmasa, bu koşullarda Yağız’ı yalnız göndermem mümkün
görünmezdi.
Alt sınıfa
gittiğini varsayalım; evde okuma yazma süreciyle ben ilgilenmeyeceğim. Her gün
“Yağız nerede? Sınıfta sorun çıkardı mı? Öğretmenini üzdü mü? Derse dahil oldu
mu? Az da olsa kalem oynattı mı?” gibi sorular beynimi kemirmeyecek. Alt
sınıfta öğretmenin muhatap olacağı en fazla 8-10 öğrenci olur; işi bilerek
gelen kişiler olur. Herhangi bir sorun olsa bile birebir ulaşmam çok daha
kolaydır.
Ama
biliyorum ki topluma uyum için en doğru yöntem, çocukların arasında,
kalabalığın içinde olmaktır. Hiçbir zaman “Sabah bırakayım, akşam alayım”
kafasında olmadım. İlk zamanlar ne gece uyku, ne gündüz huzur vardı. Her an
zihnim kaygılarla doluydu.
Bugün
geldiğimiz noktada, yeni öğretmenimize yürekten teşekkür ederim. Çünkü her
şeyden önce bize “kabul” geldi. Bizim için bu çok kıymetliydi.
Çocukların
Dünyası: Acımasızlık ve Vicdan Arasında
Gelelim
öğrenciler kısmına…
Okullarda çocuklar inanılmaz keskin çizgilerle ayrılıyor: acımasız olanlar
ve vicdanlı olanlar.
Gerçekten de
bazen düşünüyorum: Çocuklar Allah’a emanet. Yıllar önce bizler için de durum
belki benzerdiydi ama zaman geçtikçe çocukların birbirine karşı tutumları daha
zorba ve acımasız hale geldi.
Burada
sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. Sözlü olarak birbirlerini kırmaktan da
hiç çekinmiyorlar. Küçük yaşta başlayan bu davranış biçimi ilerleyen dönemde
daha da keskinleşiyor.
Bunun birçok
nedeni var ama günümüzde en yaygın gördüğüm şey şu:
Bıkmış ebeveynler.
Çalışma hayatının yoğunluğu, stres ve yorgunlukla çocuklarına yalnızca küçük
yaşlarda koşulsuz sevgi, kaygı ve yasaklarla yaklaşabiliyorlar. İki yaşına
kadar sevgiyi veren, sonra yorulup okuldan medet uman çok sayıda aile var.
Çoğunluk bundan ibaret…
Benim tek
temennim, yeni kuşağa olumlu katkılar sağlayabilmek. Çünkü biliyorum ki
çocukların dünyasında vicdan da var, acımasızlık da… Bizim görevimiz, vicdanı
çoğaltmak.
Umutla
Yeni Yıla
Bu yıl nasıl
olur bilmiyorum. Hedefimiz hep yüksek… Okullar açılırken beni yine karabasanlar
tutuyor. Ama bu yaz oğlumla çok keyifli günler geçirdik.
Bu yaz her
gün çalıştık, çabaladık. Yeni “ba-sa-ra” yöntemi ile okumalar yaptık, oyunla
destekledim. Evde eğitimi 1. sınıf çocuğuna uygun bir şekilde ilerletmeye
çalıştım elimden geldiğince. Daha da ömrüm, sağlığım yettikçe hep böyle devam
edeceğiz.
Yağız bizi
daha çok anlayıp konuştukça, birlikte vakit geçirmek çok daha keyifli olmaya
başladı. Hep söylüyorum: Sanırım Yağız’ı büyütmek, kızlardan daha kolay.
😊
Oğlum…
Sen her şeyin en iyisini, en güzelini, en ön sıralarını, en güzel okulları hak
ediyorsun.
Senin mücadelen, herkese ışık olsun. 💙
